AnayurtTürklerin anayurdu Orta Asyanın batı bölümleridir. Tiyaşan yahut Tanrı dağları denilen sıradağ Türkeli'nin belkemiğidir. Türkistan'a hayat veren büyük ırkların çoğu buradan çıkar. Bugün Moğolistan dediğimiz yer de eskiden Türk ülkesiydi. Türkelinin batı sınırı Edil ırmağıdır. Bu ülkenin iklimi umumiyetle sert olup büyük bozkırlarla doludur. Geniş mesafeler arasında az insanlar otururdu. Bu iklim ve yayla – bozkır hayatı Türkleri az konuşkan, ciddi, sert, kuvvetli ve cesur yapmıştır. Türklerin tarihini öğrenirken anayurtta oturan Türklerle anayurt dışına çıkan kalabalık yabancılarla karışan ve yabancılar üzerinde hakim ve azınlık halinde kalan Türklerin tarihini ayırmak lazımdır. Biz, tabii ana yurtta kalan Türklerden bahsedeceğiz. Anayurt Türklerinin tarihi aralıksız bir tarih silsilesidir. Anayurt dışı Türklerinin tarihi ise kesik parçalardır.Türk IrkıTürk ırkı tarihten önceki zamanlarda teşekkül ettiği için onu meydana getiren unsurları iyice bilmiyoruz. Yalnız bu ırk esas itibarile brakisefaldir. Bir kısmı sarışın – açık renk gözlü, bir kısmı da kara saçlı – koyu renk gözlü olmakla beraber yüzün biçimi bakımında birbirine çok benzerler. Elmacık kemikleri biraz çekiktir. Türk ırkı uzun veya orta boylu insanlardan mürekkeptir. Dilleri göz önünde bulundurulmak şartıyla Moğullar ve Monçularla akrabadırlar. Hatta Macar-Fin-Estonlardan mürekkep olan “Ural” veya Fin-Oğur” zümresi ile de akrabalıkları muhtemeldir. Bu takdirde Türklerin mensup bulunduğu “Altay” veya “Turan” zümresi ile Ural zümresinin yakınlığı şöyle bir şema ile gösterebiliriz.
“Turan” adını altı millete birden vererek “Ural – Altay” yerine “Turan” kelimesini kullananlar da vardır.SakalarTarihte bilinen en eski Türkler Sakalardır. Bunların varlığı millâttan önceki yedinci asırdan başlar. Hiç şüphesiz bunlardan daha önce de Türkler, yani Türklerin ataları olan boylar vardı. Fakat onlar hakkındaki bilgimiz pek eksiktir ve tarihi sayılamaz. Sakalar orta Tiyanşanda yaşıyorlardı. Bunların daha batısında, yani Aral Gölü ve Hazar Denizi arasında da Sakaların büyük bir kolu sayılan Mesagetler bulunuyordu. Sakalar, İranlılarla durmaksızın çarpışmışlardır. Bunarın bir kahramanı mitâttan önce 624’te İranlılar tarafından hile ile öldürülmüştür. İran padişahı Kirus milâttan önce 545-539 yıllarında Sakalarla çarpışarak Batı Türkistanın cenup bölümlerini zapetti. Sırderyaya kadar ilerledi. Fakat Masagetlerin kadın hükümdarı “Tamiris” yahut “Demurus”la yaptığı savaşta yenilip öldü.Milâttan önce 330-327 arasında Makedonyalı İskender kumandasındaki Yunanlılar batı Türkistana cenuptan saldırdılar. Ozaman Türkistanın nüfusu pek azdı. Bununla beraber İskender pek sert bir müdafaa karşısında kaldığından birçok şehirlerin ahalisini kılıçtan geçirdi. İskenderin bu kıyıcılığı karşısında Türkistan halkının çoğu doğuya, Çin sınırlarına doğru kaçıştılar.KunlarBu kaçışanlar Çinin şimalinde yerleşerek ve daha önceleri de orada bulunanlarla karışarak birkaç beylik kurdular. Bu beğliklerden Kunlar ötekilerini ortadan kaldırarak bütün Türk ırkını bir bayrak altında birleştirdiler. Hakimiyetleri Koradan Edile kadar uzanıyordu. Bunların tarihinde mühim rol oynıyan ve edebiyata da geçen bir ünlü hükümdar vardır ki adı “Mete” veya “Motun”dur. Onun babası Tuman Yabgu milâttan önce 220’denberi Kunların yabgusu yani hükümdarı idi. Mete velihat idi. Fakat Tumanın başka bir karısı kendi oğlunu veliaht yapmak için bir pilân kurdu: Tumanı kandırarak Mete’yi cenup komşuları Yüeçi Türklerine rehin göndertti. O zamanın hukukunca rehin barış için bir teminattı. Barışı bozanın rehini öldürülürdü. Üvey anası Mete’yi gönderttikten sonra Tumanı yine kandırarak Yüeçilere savaş açtırttı. Tabii Yüeçiler de öldürmek için Mete’yi aradılar. Mete Yüeçilerin atlarına binerek kendi yurduna kaçabildi. Buna sevinen babası Mete’ye 10.000 çadır halkı tımar verdi. Fakat babasına ve üvey anasına karşı korkunç bir kin besleyen Mete onlardan öç almaktan başka bir şey düşünmüyordu. 10.000 çadır halkından 10.000 asker seçerek bunları görülmemiş bir disiplinle yetiştirmeğe koyuldu. Verdiği buyruklara baş eğmiyenin cezası ölümdü. Askerlerine en değerli malları olan atlarına ok atmalarını emrettiği zaman bir takımı bunu yapamadılar. Bunlar acımaksızın öldürüldü. En son pek zalimane bir emir daha aldılar. Mete sevgilisini nişangâh yapıp ok attı ve askerlerine de karılarına ok atmalarını emretti. Dehşet içinde kalıp buyruğa baş eğmiyenler idam olundu. İşte Mete bu kadar sadık ve disiplinli bir ordu ile babasının üzerine yürüyerek onu mahvetti. Üvey anası ve üvey kardeşini, onların taraftarlarını da mahvederek yabgu oldu. (m.ö 209)Türk tarihinin harikulâde bir şahsiyeti olan Mete dahili bir savaş sonunda tahta çıktığı zaman doğu komşuları olan Tung-hular (bugünkü Mançurya’da oturuyorlardı) bundan istifade etmek istediler. Mete’ye elçi göndererek günde 500 kilometre koşan bir atını istediler. Kurultayın vermek istememesine rağmen Mete atını verdi. Tung-hular bu sefer Mete’nin karısını istediler. Savaşa bahane arıyorlardı. Kurultay bu hareketi pek vicdansızca görerek reddetmek istedi. Mete şahsi sevgisinin milletini korkunç düşmanlarla savaşa sürükliyecek kadar fazla olmadığını söyliyerek reddetti. Karısını gönderdi. Tung-hular yeniden elçi göndererek iki devlet arasındaki çorak bir toprak parçasını istediler. Burası Kunlarındı. Fakat çorak olduğu için oradan askerlerini çekmişlerdi. Kurultay bu değersiz toprağı vermekte mahzur görmedi. Fakat Mete at ve karısını kendi şahsına ait olduğu için verdiğini, toprağın ise kimsenin malı olmayıp devletin temeli olduğunu söyledi. Vermek fikrinde olan beğleri idam ettirdi. Ani bir baskınla Tung-hular üzerine yürüyerek onları mahvetti. Bütün ülkelerini ele geçirdi. Bunlardan sonra Çin’i yenip vergiye bağladı. Edile kadar yürüyerek oralardaki bütün Türk beğliklerini birleştirdi. Sonra devletinde teşkilat yaptı. Devleti iki büyük parçaya ayırarak herbirine bir beğlerbeği koydu. Herbirini de tekrar 12 bölüme ayırdı. Bu suretle devlet 24 parçaya ayrılmış oluyordu. Her parçanın başında bir tümenbaşı bulunuyordu. Ordu 10, 100, 1000 kişilik kıt’alardan mürekkepti. Bunların başında onbaşı, yüzbaşı ve binbaşılar vardı. Mete bugünkü Türk ordusuna kadar devam eden bir askeri teşkilat yapmıştı. Mete Türk milletini yaratan insandır. Savaşta enerji, dahilde disiplin, milli bir itaat ruhu ve devletçilik gibi vasıflar Türk milletine Mete’den kalan yadigârlardır.Kun devleti Mete’den sonra miladi 216’ya kadar devam etti. Demek ki ömrü 436 yıldır. Bütün bu müddet zarfında hayatları Çin’le mücadele ile geçmiştir. Fakat edebiyat tarihini alâkadar eden bir ciheti olmadığı için bunu zikretmiyoruz.SiyenpilerOrta Asya hakimiyeti Kunlardan Siyenpilere geçti. Bunların hakimiyeti 216-394 arasında sürmüş, ömürleri Çin ile çarpışarak geçmiştir. Edebiyat tarihi bakımından ehemmiyetleri olmadığı için tarihlerini söylemiyoruz. Aparlar394 tarihinde hakimiyet Aparlara geçti. Bunların meşhur hükümdarı Tolun, Orta Asya’nın Mete’den sonra ikinci büyük ıslahatçısıdır. O zamana kadar Orta Asya hükümdarlarının lâkabı olan yabguyu küçük görerek kağan unvanını aldı. Bundan sonra yabgu ikinci derecede bir unvan oldu. Bunlar da Koradan Avrupaya kadar olan sahaya hakimdiler. Avrupalılar bunlara Avar derler. Edebiyat tarihi bakımından ehemmiyetleri yoktur.Gök TürklerEdebiyat tarihi bakımından gayet mühim olan Gök Türkler ilk önceleri Apar kağanlarına tâbiydiler. Altayda demircilikle uğraşarak kağanlarına silah yapıyorlardı. Apar Kağanı, kendisine karşı yapılan bir isyanı bastırmasını, Gök Türklerin reisi olan Bumun’a emretti. Bumun isyanı muvaffakiyetle bastırdı ve mükafat olarak Apar Kağanının kızını istedi. Kağanın, bu teklifi hakaretle reddetmesi üzerine silaha sarılan Bumun savaşta Aparları yendi. Kağan intihar etti. Bu suretle 552 tarihinde Gök Türk hanedanlığı başladı. Bumun Kağan “İl Kağan” lâkabını aldı. Memleketin batı tarafının idaresini kardeşi İstemi Kağana verdi. Bu suretle tarihte ilk defa Türk adı çıkmış oldu. Gök Türk kelimesindeki gök yani mavi kelimesi devletin büyüklüğünü göstermek için kullanılmıştır. Renk isimleri Türklerde büyüklük,çokluk, şöhret göstermek için kullanılır. (kara cahil, kara keder, ak soy, kızıl cehennem gibi...)Gök Türk devleti eski Türk devletlerinden daha iyi teşkilatlı idi. Memleket esas itibarıyla doğu ve batı diye ayrılmıştı. İkisinde de bir kağan bulunuyor, fakat bu kağanlardan bazan doğudaki batıdakine, bazan da batıdaki doğudakine tâbi bulunuyordu. Hatta bazan devlette dört kağanın birden bulunduğu olurdu. Fakat biri büyük kağan sayılır, diğerleri üzerinde hâkimiyet hakkı olurdu. Doğu ve batı diye ikiye ayrılan devletin herbirinde kağandan sonra en büyük rütbe olmak üzere yabgu ve şadlar bulunur, bunlar memleketin büyük birer bölümünü idare ederlerdi. Kağanın hükümdar olmıyan çocukları tigin lâkabını taşırdı. Yabgu ve şadlar çok defa tiginlerden tayin olunurdu. Devletin yüksek rütbeli memurlarına tarkan, buyruk, şadapıt denir, bütün tarkanlar, buyruklar, şadapıtlar ve boy reisleri beg unvanını taşırdı. Unvanlar çok defa irsi idi. Teşkilat tamamı ile askeri idi. Kağan ölünce yerine oğlu yahut kardeşi veya amcası geçerdi.Gök Türklerin diğer büyük bir ehemmiyeti de bunların kendileri hakkında ilk defa eser bırakmış olmalıdır. Gök Türklerden önceki devirde atalarımız kendileri hakkında hiçbir yazı ve vesika bırakmadıkları için onlar hakkındaki malûmatı medeni komşularından alıyoruz. Bumun Kağandan sonra kağan olan İstemi Kağan zamanında devlet garbi Roma ve İran imparatorlukları ile siyasi ve iktisadi münasebetlere girdi. Fakat onların sözlerini tutmaması yüzünden her ikisiyle de harbolunarak topraklar alındı. 610 tarihine kadar azçok birliğini muhafaza ederek yaşayan Gök Türk devleti bu tarihte doğu ve batı kağanlarının birbirini tanımaması yüzünden ikiye ayrıldı. Bundan istifade eden Çinliler 630 tarihinde Doğu Gök Türklerini yenerek doğu hükümdarı Kara Kağanı birkaç yüz bin Türk’le beraber esir edip Çin’e götürdüler ve çinlileştirmek için Çin’in ötesine berisine dağıttılar. 659’da da batı kağanlığını yıktılar.Esarette bulunan Gök Türkler birkaç defa isyan ettiler. Bilhassa 639’da Kür Şad’ın 40 kişi ile Çin payitahtında yaptığı ve Çin imparatorunu tevkif ederek ve Gök Türk prenslerinden birini Türkistan’a götürerek Türk kağanlığını diriltmek maksadını güttüğü ihtilal pek şanlı oldu. Fakat bastırıldı. Nihayet 681’de İlteriş Kutluk Kağan’nın 17 kişi ile dapa çıkarak yaptığı ihtilal muvaffak oldu. Etraftan koşuşanlarla 70’e, biraz sonra 700’e çıkan ihtilâlciler istiklallerini elde etmeye muvaffak oldular. Böylelikle Gök Türk devleti dirildi. İlteriş Kutluk Kağan 681-693 yılları arasında kağanlık etmiştir. Kendisinin akılda eşi, şerefte yoldaşı olan “Bilge Tonyukuk” ilk dağa çıkıştan beri yanında bulunuyordu. Ve devletin hem baş kumandanı, hem de baş veziri idi. Bu iki gayretli adam isyan etmiş olan Dokuz Oğuzları, Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay ve Tatabıları yenip itaata aldılar. Çinlileri yendiler. Gök Türkleri zengin ettiler. Bu devrede Gök Türklerin sayısı pek azdı.Kutluk Kağan öldüğü zaman oğulları sekiz ve yedi yaşında idiler. Onun için yerine kardeşi Kapağan Kağan geçti. (693-716) Bilge Tonyukuk yine devletin baş veziri idi. Kapağan Kağan zamanında da birçok seferler yapıldı. Batı Türkleri de itaata alındı. Çinliler yenildi. Fakat Kapağan Kağan ihtiyarlığında bazı yolsuzluklar yaptığından kendisine karşı isyanlar oldu ve bir suikasta kurban gitti. Oğlu Bögü Kağan yerine geçtiyse de Kutluk Kağan'ın oğulları Megren ve Kül Tigin bunu tanımadılar. İsyan edip Bögüyü öldürdüler. Kutluk Kağanın büyük oğlu Megren, “Bilge Kağan” unvanıyla tahta geçti. 720’de Çinliler Gök Türkleri ortadan kaldırmak için 300,000 kişilik bir ordu ile savaş açtılar. Dokuz Oğuz, Kırgız, Basmıl, Kıtay gibi tâbi boyları da isyana kışkırttılar. Fakat Gök Türkler bu müşterek hareketi karşılayıp Çinlileri bozguna uğrattılar. Çin, hediye adı altında ipek kumaş vergisi vermeye mecbur kaldı. Biraz sonra Bilge Tonyukuk öldü. (aşağı yukarı 720 yıllarında)Türk birliği için yıpranırcasına çalışan kahraman Kül Tigin 731’de Dokuz Oğuzlarla yapılan bir harpta karargahı korumak için öldü. Bilge Kağan da 734’te vezirlerinden biri tarafından zehirlenerek öldü. Bu üç mühim şahsiyetin ölümünden sonra Gök Türk devleti yavaş yavaş alçalmaya yüz tuttu. 742’de Dokuz Oğuz, Karluk ve Basmıllar birleşerek devlete karşı isyan ettiler. 745’te Gök Türk hanedanlığını yıkarak yerine Dokuz Oğuzlar hakim oldular.Dokuz Oğuz – On Uygurlar“Dokuz Oğuz” dokuz boy demektir. Ok kelimesi boy manasına gelirdi. Sonunda “z” ile yapılan çoğullar bugün de vardır; ikiz, üçüz gibi… Eski Türklerde siyasi zümrelerin adları ekseriya o birliği teşkil eden boyların sayısını da gösterirdi. Dokuz Oğuz, On Uygur, Sekiz Oğuz, Üç Kurıkan, Otuz Tatar gibi. Dokuz Oğuzlarda On Uygurlar da sekizinci asırda Moğulistanın şimalinde yaşıyorlar ve birlikte hareket ediyorlardı. Gök Türklerin kitabelerinde bunlara Dokuz Oğuz ve bazen yalnızca Oğuz denildiği halde, Moyunçur Kağan kitabesinde Dokuz Oğuz – On Uygur denilmektedir. 840 tan sonra ise Dokuz Oğuz adı büsbütün kaybolarak yalnız Uygur adı kalmaktadır.Bunların ikinci kağanları olan Moyunçur Kağan (746-759) en ünlüleri olup fütuhatı ile meşhurdur. Kendi adına Orhun yazısı ile bir abide diktirmiştir. Kendisinden sonra tahta geçen oğlu Bögü Kağan, yahut resmi unvanı ile “Alp Külüg Bilge Kağan” (759-780) ise 763 tarihinde manihaizmi devlet dini olarak kabul etmekle ün salmış bir kağandır. Moyunçur Kağan zamanında Dokuz Oğuz – Uygurların çoğu manihaist olduğu halde kağan şamanî idi. Bu devletin dayandığı unsur olan Dokuz Oğuz – On Uygurlar arasında e medeni olanları Uygurlardır. Uygurların bir kısmı, bugün Şarkî Türkistan dediğimiz ülkede, sekizinci asırdan birkaç asır önce medenî hayata geçmişlerdi.Bunların hakimiyeti 840 yılına kadar büyük imparatorluk halinde devam ettikten sonra sarsıldı. 840’taki büyük kıtlık ülkede isyanlar doğurdu. Şimalde yaşıyan Kırgızların isyanı pek yaman oldu. Bunlar Dokuz Oğuz – On Uygurları tamamı ile yendiler. Bu kırgın birkaç yıl sürdü. Uygurlar ikiye ayrılarak cenuba doğru göçtüler. Cenubî şarkiye göçedenler açlıkla, cenuptan Çinlilerin, şimalden Kırgızların saldırması ile mahvoldular. Cenubî garbiye kaçanlar ise zaten kendilerine tabi olan Şarkî Türkistan ülkesine gelerek evvelce burada olan şehirlere yerleştiler. Kendilerine de yeni şehirler yaptılar. Bu şehirler kale ile korunan müstahkem şehirlerdi. Merkezleri Kocu şehri idi ki bugün Kara Hoca adını taşır. Beş Balık, Can Balık, Yeni Balık, Sülmi gibi şehirleri de Uygurlar yaptılar. (Balık eski Türkçede şehir demektir.) bu bölgeye yerleştikten sonra artık Dokuz Oğuz adı silinip yalnız Uygur adı kaldı.Devlet böylece küçüldükten sonra Uygurlar kahramanlıklarını muhafaza etmekle beraber çok medeni bir hayat yaşamaya başladılar. Aralarında budizm, manihaizm ve biraz da nasturîlik dinleri yayılmıştı. Bu dinlerin birbirleriyle mücadelesi barış içinde oluyor, her din kendisini propaganda ile ileri sürmek istediğinden dini eserler de meydana geliyordu.Uygur devleti 940 yıllarında Karahanlılar devleti kuruluncaya, yahut bir ihtimale göre zaten batı Gök Türklerin en güçlü boyu olan Türgişlerin devamı olmak üzere mevcut olan Karahanlı devleti genişlemeğe başlayıncaya kadar devam etti. Bu tarihten sonra ise Karahanlıların batıdan yaptıkları sıkıştırma ile küçülüp daha sonra doğuya çekilen Uygurlar on dördüncü asra kadar küçük bir beğlik halinde devam ettiler. Sonra Çingiz Han imparatorluğu içinde siyasi varlıkları sona erdi. Bunların artıkları olan Sarı Uygurlarela, Kara Uygurlar bugün hala yaşıyorlar. Kara Uygurlar şimdi moğullaşmış olup moğulca konuşurlar. Sarı Uygurlar Türklüklerini ve eski adetlerini saklıyorlar. Kendilerine “Sarı Yoğur” diyorlar. Budisttirler.DinSakalar zamanında Türklerin nasıl bir dine bağlandıklarını bilmiyoruz. Fakat bu, hiç şüphesiz bir tabiat dini idi. Yani gök, yer, ateş vesaire gibi tabiat kuvvetlerinden birine veya birkaçına tapıyorlardı. Kunların dini hakkında ise pek az da olsa bilgimiz vardır. Bu bilgiye göre Kunlar yılda bir defa gök ve yer Tanrılarına ve atalarının ruhuna kurban keserlerdi. Demek ki Türk dini o zaman iki tanrılı bir dindi. Gökte ve yerde iki tanrı tanıyan bu din Gök Türkler çağına kadar gelmişti. Gök Türklerde fazla olarak “yer sub” (yer su) da Tanrı olarak tanımaktadır. Fakat Gök Türklerde “Tengi” yani sema bütün dünyayı ve beşeriyeti yaratan bir Tanrı değil, bir Türk tanrısıdır. Yine Gök Türklerde “Umay” adında bir kadın Tanrı tanılıyordu ki bu da iyilik ve acıma Tanrısı idi. İşte Türklerin bu milli dinine Şamanizm diyoruz.Dokuz Oğuz – Uygurlar zamanında ise millet yavaş yavaş şamanizmi bırakıp manihaizme girmeğe başladı. Daha sonra, 840’tan sonra ise Budizm ve hırıstiyanlığın bir mezhebiî olan nasturîlik de Uygurlar arasında yayıldı.Budizm Hindistanda “Buda”nın kurduğu bir dindir. Buda, milattan önce 477’de ölmüştü. Budanın dinine göre bu dünyada duyduğumuz sevinç, keder gibi şeyler bizim duygularımızın ve düşüncelerimizin yanılmasından doğan kuruntulardır. Bu dünyada her şey gelip geçicidir. İstikrar yoktur. Fakat buna mukabil bir de edebi alem vardır ki ona Nirvanna derler. Orada edebi bir değişmezlik vardır. Nirvanna alemi bütün mahlukların nereden gelip nereye gittiğini bilen, “benlik”lerden ibarettir. Bu benlikler insanlara hulul ederler. İnsan irade ile nefsini terbiye eder, ergin ve olgun bir insan olursa o benlik onu öldükten sonra Nirvannaya ulaştırır. Aksi takdirde bu benlik yüz binlerce yıl içinde daha birçok insan veya hayvanlara hulul ederek ıztırap içinde yuvarlanıp gidecektir. Budanın dininde bizim anladığımız manada bir Tanrı yoktur. Buda dünyanın başlangıcı ve sonu hakkında da bir şey söylemiyor. Buda yalnız iradeyi kuvvetlendirecek talimat vermiştir. Buda dinine göre aşk ile nefret, şefkat ile zulüm aynı derecede kötü şeylerdir. Doğru ve mutedil olmak, kendini yüksek görememek, lüzumsuz yere söz söylememek budizmin esaslarındandır. Budizmde ibadet de yoktur. İhtimal ki bu sadeliği Türkler arasında yayılmasına sebep olmuştur.Manihaizm ise Babilli Mani (214-277) tarafından ortaya konmuştur. Mazdeizm yani Zerdüşt dini ile hırıstiyanlığın karışmasından doğmuş bir dindir. Hırıstiyanlığın tesirinde kalmış olmasına rağmen iki Tanrılı bir dindir. Asıl Tanrı iyiliği ve ışığı temsil eder. Bunun yanında 12 tane yardımcı Tanrı vardır ki, aşk, iman, doğruluk, zeka, bilgi, anlayış, sır saklama gibi faziletleri temsil ederler. Fenalık tarafının Tanrısı da “Hümâme” dir. Kadındır. Bunun yanında da 12 tane yardımcı Tanrı vardır.Manihaizme göre hayvan eti yemek, şarap içmek haramdır. İyilikle kötülük daimi bir savaş halindedir. Fakat günün birinde iyilik tarafı galip gelecek, o gün kıyamat kopacaktır. Ruhlar edebi olduğu için kıyamatte fenalar Cehennemde ceza göreceklerdir. Mani şair ve ressam olduğu için dinini yaymakta bu iki şeyden istifade etmiştir.DevletTürklerde devlet pek eskidenberi teşekkül etmişti. Sakalar çağında Türklerin devlet kurduğunu bilmiyorsak da Kunların başlangıcından beri Türklerde devlet vardı. Türk devletleri aristokratik idiler. Devlet reisi devleti mutlak olarak idare eder, yanında beğlerden mürekkep kurultay bulunurdu. Devlet reisine Kunlar ve Siyenpiler devrinde “Yabgu” derlerdi. Aparlar, Gök Türkler, Dokuz Oğuz –Uygurlar devrinde “Kağan” denilmeğe başlandı. “Hakan” ve “Han” kelimeleri “kağan”ın sonradan aldığı şekillerdir. Devlet reisine kağan denilmeğe başlayınca yabguluk ikinci derecede bir rütbe ve unvan oldu. Devlet reisi öldüğü zaman yerine oğlu, kardeşi, yahut amcası geçerdi. Kimin geçeceğini ekseriyetle kurultay seçer, bazen de prenslerden birisi kendi gücü ile hükümdarlığı alırdı. Kunlar ve Gök Türkler devrinde devlet çok büyük olduğundan doğuda ve batıda olmak üzere iki bölüme ayrılmıştı. Bu ayrılık bazen kökleşir, iki düşman devlet olurdu. Gök Türklerin bazı çağlarında doğudakilerle batıdakiler düşman olarak çarpışmışlardır. Bununla beraber çok defa biri ötekini metbu tanırdı.Devlet ademi merkeziyetle idare olunurdu. Yani Türk birliğine dahil olan muhtelif boylar kendi reisleri tarafından idare olunurdu. Bazı boylara, hükümdar kendi ailesinden prensleri reis olarak seçerdi. Umumiyetle bu boyları merkeze bağlıyan şey muayyen zamanda vergi vermek, savaşta asker göndermekten ibaretti. Başka bütün işlerinde serbesttiler. Hatta devleti teşkil eden boyların bazen birbiriyle çarpışması bile devlet fikrine aykırı değildi. Kunlardan itibaren Türk hükümdarlarının komşu ülkelere, bilhassa Çin’e muntazaman elçi gönderdikleri tarihçe malûmdur. Gök Türkler devrinde İranlılar ve Bizanslılar ile de siyasi münasebetler olmuştur.AileTürk ailesi Kunlar devrinden beri babanın hakimiyeti altında ana ve çocuklardan mürekkep bir ailedir. Araplarda, İranlılarda, Yunanlılarda, Romalılarda olduğu gibi kadın aşağı veya esir sayılmazdı. Kadın muhteremdi. Kapalı değildi. Fakat bilhassa yukarı tabaka ahalinde birden fazla kadın almak adeti ve hakkı vardı. Evlenmelerde iki tarafında birbiriyle denk seviyede olması şarttı. Ağabeyleri ölenler yengeleriyle evlenirlerdi. Bu bilhassa hükümdarlar arasında böyle idi. Bu adet Anadoluda bugün bile vardır. Evlenme çağına gelen çocuk evlenince baba ocağından ayrılıp başka bir aile kurardı. Türklerde aile bu kadar eski ve muntazam olmakla beraber devlet fikri aile fikrinden üstündü. Yaşayış, Ahlak ve AdetlerTürklerin büyük kalabalığı göçebe idi. Hayvanların eti, sürü ve derisiyle geçindikleri için otlaklar ararlar, öteye beriye göçerlerdi. Bununla beraber Kunlarda ve Gök Türklerde herkesin bir toprağı olurdu. Orayı ekerlerdi. Demek ki bunların göçebeliği herhangi bir şekilde olmayıp muntazam kaidelere tâbi, muntazam zamanlarda yapılan ve muntazam yerler arasında olan göçebeliktir. Türklerin küçük bir bölümü ise şehirlerde otururlardı. Moğulistan ve bilhassa Maveraünnehirde şehirleri daha çoktur. Herhalde İskenderin istilasından sonra Türklerde şehircilik hayatı daha fazla ileri gitmiştir. Dokuz Oğuzların 840 felaketinden sonra ise Türk milleti artık şehirli haline gelmiştir. Umumiyetle Türkler yüksek ahlak sahibi insanlardı. Kunların düşmanları olan Çinliler Kunlarda verilmiş bir sözün tutulmamasına imkan olmadığını kaydediyorlar. Hırsızlık eden on mislini verirdi. Evli bir kadına sataşmanın, savaştan kaçmanın, büyük hırsızlık yapmanın cezası ölümdü. Kunlar devrinde bir mahkum hakkında en çok on günde karar verilirdi.Asker millet oldukları için çocuklar milletin menfaatlerine uygun olarak yetiştirildi. Kunlarda çocuklar küçükken koyunlara binerek biniciliği öğrenmeğe başlarlar, pek usta biniciler olurlardı. Eli silah tutan herkes askerdi. Savaşta ölmek şeref, evde ölmek ayıptı… Kişi çadırda doğar, çayırda ölürdü.Türklerde erkeklerin de saçları uzun olurdu. Galiba Sakalar devrinden beri Türkler uzun saçlı bir millet olarak tanınmıştı. Kısrak sütünden yapılmış olan kımız milli içkileri idi. Pek besleyici bir içki idi. Gök Türkler zamanında Türklerde balbal dikmek adeti vardı. Bir kahramanın, bilhassa kağanların mezarına hayatta iken öldürdüğü veya yendiği en ünlü düşmanının heykeli dikilirdi. Bu heykele balbal derlerdi.Nihâl Atsız, "Türk Edebiyatı Tarihi", Sayfa: 13-30
20 Ekim 2007 Cumartesi
TÜRK MİLLETİ
Gönderen ATABEK zaman: 03:12
Etiketler: Anayurt, Dokuz Oğuz – On Uygurlar, Gök Türkler, Kunlar, Nihâl Atsız, Sakalar, Siyenpiler, TÜRK IRKI, TÜRK MİLLETİ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder