Hiç düşündün mü niçindir yaşamak?
Bir görev yapmak içindir yaşamak.
Er kişiysen görevin neyse, başar.
Zevke, eğlenceye hayvan da koşar.
Hüseyin Nihal Atsız
2 Kasım 2008 Pazar
Hüseyin Nihal Atsız
12 Mayıs 2008 Pazartesi
19 Ocak 2008 Cumartesi
SEYYİD AHMED ARVASİ HOCANIN VEFATININ 19. YILI
Ölüm biz inananlar için fani hayattan ebedi hayata yolculuğun biletinin kesildiği noktadır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Tüm canlılar ölümü tadacaktır”(Ali İmran 185) buyurmaktadır. Ebedi aleme yolculuk ederken her insan yanında ameli ile gidiyor. Türk İslam Ülküsü’nün üç cilt halinde temel yapıtaşlarını kaleme alan, ülkücü hareketin abide-i şahsiyetleri arasında yer almış büyük dava adamı, Efendiler Efendisi Peygamber Efendimizin soyundan gelen, Seyyid Ahmed Arvasi Hocamızı vefatının 19. yılında Türk İslam Ülkücüleri olarak saygıyla, rahmetle, şükranla anıyoruz.
Büyük dava adamlarını anarken onların miras bıraktığı eserlere göz gezdirmek lazım, eseri okurken zaten onunla sohbet etmiş oluyoruz. Biz kendi değerlerimize sahip çıkmazsak, bu davanın liderlerinden ve onların fikirlerinden haberimiz olmaz ise ne kendimizi yetiştirebiliriz, ne de tam manası ile ülkücü olabiliriz. Ülkücülüğü anlamak için, Ülkücü Hareket’in bugüne gelmesinde emeği geçen abide-i şahsiyetleri tanımak, hareketin geçmişini bilmek gereklidir. Çünkü Arvasi Hocanın DAVA MARŞI’ında belirttiği gibi;
Azmimiz kırılmaz kederle, yasla Ezelden, ebede her var bizimdir.. Ölümden, fenadan korkmayız asla Ölümün öldüğü yer var bizimdir.. Bu dava özüdür İslamiyet'in Bu dava güneşi mazlum milletin Bu dava her şeyden her şeyden çetin Bu yolda dert zulüm, gurbet bizimdir..
davamız büyük ve büyük olduğu kadar da davanın şahsiyetleri de büyüktür.
Arvasi Hoca’nın belirttiği gibi “İnsanlar ideallerine göre şeref kazanırlar!” Ülkücülerin de tek ideali Türk Milletinin tarih deki mefkuresi “İLAY-I KEMLİMETULLAH, NİZAM-I ALEM” dir. İdeali bu olduğundan dolayı Türk İslam Ülkücüleri de bu doğrultuda şerefli insanlardır.
Arvasi Hocanın biz ülkücüler için önemi atalarının milliyeti Arap olmasına rağmen kendini Türk İslam Ülküsünde tarif ettiği “İÇTİMA-İ MİLLİYETÇİLİK” anlayışına göre TÜRK MİLLİYETÇİ’si olduğunu ve bundan da gurur duyduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla, Türk İslam Ülkücüleri’nin dil, din, tarih, kültür, örf, adet, gelenek ve görenek birliğini esas alan bir milliyetçilik anlayışı olduğunu belirtmiştir.
Değerli ülküdaşlarım dava büyüklerimizi iyi tanımamız, onların fikirlerini iyi analiz etmemiz gerekmektedir. Ülkücünün belli bir ideali varsa bu ideale ulaşılması için bir bedel olması gerekmektedir. Bizim diğer insanlardan farkımızı sadece sözlü olarak belirtmemiz yeterli değildir. Çünkü insanoğlu duyduklarından ziyade, gördüğüne inanır. Fikirlerin tam anlamıyla anlatılmasını istiyorsak eğer, bu fikirlerimizi yaşantımıza yansıtmamız gerekmektedir. Başka ideallere sahip insanların yaşayışlarıyla bizim yaşayışımızın belirgin farkları olması şarttır. Türk İslam Ülkücülüğü yaşam tarzıdır, yaşanması gerekir.
Fikirleriyle Ülkücü Harekete yön vermiş örnek dava adamı, Arvasi Hocamızın 31 Aralık 2007 tarihi itibariyle vefatının 19. yılında saygıyla, rahmetle, şükranla yad ederken, eserlerini tekrar tekrar okuyup analiz etmek dileğiyle….
Selam –Saygı-Dua ile Allah’a Emanet olunuz.
Ahmet Atalay
TARİH BİLİNCİ
Tarih, insanların, toplumları etkileyen faaliyetlerinden doğan olayları; zaman ve yer göstererek anlatan, olaylar arasındaki nedensel ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkileşimlerini gösteren bir bilim dalıdır. Tarih, millette kök duygusunu uyandırır. Bu duygu, birey veya toplumda bir millete mensubiyet bilincini canlı tutar ve onu derinleştirir.
Tarihçi olayları bizzat görme imkanına sahip değildir. Yani bir fizikçi veya bir kimyager gibi laboratuvarda gözlemleme imkanından mahrumdur. Ancak, olayları gözlemleyenlerin bıraktıkları belgelere dayanarak takip etmek mümkündür. Geçmiş ise herkese farklı bir ışık altında görünür. Tarihçi yazmış olduğu eserinde mutlaka kendi duygu ve düşüncelerine de yer vermiştir.
Tarihin konusu tabiatıyla geçmiş zamandır. Bizden önce yaşamış insan topluluklarının yaşayış biçimleri, yapmış oldukları savaşlar, barış ve antlaşmalar tarihin başlıca konularıdır. Bilim ve sanat dallarındaki gelişmeler ile toplumların din ve inançları gibi konular da tarihin inceleme alanına girmektedir. Tarihin asıl konusu gelişmelerdir.
Tarih sadece geçmişteki olaylar dizisi olmadığı gibi, tarih bilimi de boş yere zaman harcanan basit bir uğraş değildir. Tarih bilimi, insanlara doğru sonuçlara varmaları için yön veren bir düşünce tarzıdır. Geçmişini bilmeyen, kendisini tanımayan bir toplum, tıpkı hafızasını kaybetmiş bir insan, ırmağın akıntısına kapılmış bir dal parçası gibidir. Bütün insanların veya toplumların, geçmişten cesaret almaya, onu öğrenmeye ve bu suretle tecrübe kazanmaya ihtiyacı vardır. Geçmişin bilinmesi, bugünkü değerlerin daha iyi anlaşılmasını sağlar. Ayrıca tarih bilimi, insanlarda ahlak şuurunu uyandırıp, manevi değerlerin gelişmesinde rol oynar. Aileden başlayıp millete doğru gelişen bir sevgi ve bağlılığın doğmasına imkan hazırlar.
Tarih bilimi, insanlara milletlerin geçmişteki yaşantılarını ve diğer devletlerle olan ilişkilerini öğretir. Geçmiş uygarlıkları tanıtır. İnsana, geçmişini değerlendirme ve geleceğini daha iyi biçimlendirme konusunda yardımcı olur. Geçmişini iyi bilen toplum, geleceğini daha sağlıklı bir şekilde biçimlendirebilir. Tarih, insanlığın belleğidir. Ortak duygular yaratır ve geçmiş ile gelecek arasında bağ kurar.
Birey ve toplum, en uzak geçmişten sonsuz geleceğe doğru akıp giden zaman içinde var olduğu ve var olacağı duygusuna ancak tarih bilinci ile ulaşabilir. Bu bilinç, birey ve toplumda kendini gösterdiği zaman tarihîlik de gün yüzüne çıkar. Geçmişten, yaşanılan zamana doğru kesintisiz geliş, her devri ile perde perde açılır. Tarih sahnesinde ne varsa, dikkatler bunların üzerine düşer. Düşünce hâlihazırın dar çerçevesinden çıkıp, yeni bakış ve yorumlar aralığından yeni ufuklara yönelir. Bunu tarih bilinci sağlar.
Tarih bilincine tarih bilgisi olmadan ulaşılamaz. Tarih üzerine bilgi sahibi olmak ise tarih bilincine sahip olmak demek değildir. Tarih bilinci kendiliğinden ortaya çıkmaz; zaman, mekân ve şartlara tarih bilgisi ile bakmak, görüleni yaşanılan anın değerleri ile yorumlamak suretiyle doğar.
Milletlerin ortak ruhunu dokuyan, besleyen ve zenginleştiren kuru tarih bilgisi değil, tarihteki olaylara ve geçmişten kalan her şeye, anın ihtiyaçlarına göre getirilmiş yorumlarla oluşmuş; hayata ve tarihe, varlığı ve ruhu ile iştirak etmekten doğan tarih bilincidir. Tarih bilinci geçmişten beslenmekle beraber ileriye doğru giden düşünceye dayanır ve geleceğe yön vermede belirleyici yer tutar.
Tarih bilinci, tarih bilgisi yanında, geçmişle doğrudan temasa gelmeye de ihtiyaç duyar. Geçmişle teması ise ancak tarihten bugüne kalan eserler sağlayabilir. Bu eserler sadece mekânı fethetmek suretiyle değil, mekânla birlikte zamanı da fethederek devamlılığı sağlayan eserlerdir.
Millet hayatında muayyen bir saat gelmeden belli bir anlayış toplumda akis bulamıyor. Tarih bilinci de böyledir.
Milletler, daha çok yükselme ya da çöküş devrelerinde tarihleri ve sosyal yapıları üzerinde açık seçik bir görüş ve düşünceye ulaşmak için gayret gösterirler. Bu düşünce ve görüşler de çoğunlukla mimarî başta olmak üzere çeşitli sanat eserlerindeki tarih dokusu etrafında şekillenir. Bu eserler, tarih bilincini oluşturacak duygu ve düşünceler için çıkış noktası olur. Bu duygu ve düşünceler de zamanın ihtiyaç duyduğu değerlere göre yeni anlam ve fonksiyon kazanırlar. Millî ruh ve benlik, onlar etrafında, kendisine kuvvet kazandıracak yeni ifade alanları bulur. Şairler, yazarlar, düşünürler, bu eserler üzerinden tarihe, günün beklentilerine cevap verecek yeni yorumlar getirirler. Bütün bunları bize, özel şartlar içinde tarih bilinci kazandırır.
Tarih bilinci, kör bir bakış ile ortaya gelmez. O, tarihte ve tarihin içinden gelen eserlerde, görülmek istenenleri, millî bünyeyi besleyecek şekilde görür, tarihî şahsiyet, olay ve eserler aralığından günü, geleceğe ışık tutacak şekilde yorumlamayla doğar. Vatan sevgisi ve ona bağlılık duygusu da bu eserler etrafında kuvvet kazanır.
Tarih bilinci, yaşanılan anın, bireyin veya toplumun omuzlarına, dahası ruhuna yığıp yüklediği birtakım gereksiz ağırlıkları kaldırır, bireyi ve toplumu bir ruh afiyetine kavuşturur, onlara, gücünü tarihin gerçeklerinden alan yeni hamleler hazırlar.
Ahmet Atalay
İSLAM DÜŞÜNÜRÜ İMAM-I GAZALİ (R.A) IN VEFATININ 896. YILI
İran’ın Tus şehrinin Gazal kasabasında 1058 (h.450) yılında doğdu. Babası fakir ve salih bir zattı. Âlimlerin sohbetlerinden hiç ayrılmazdı. Elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eder ve hizmetlerinde bulunurdu. Âlimlerin nasihatini dinleyince ağlar ve Allahü teâlâdan kendisine âlim olacak bir evlat vermesini yalvararak isterdi. Babası yün eğirip, Tus şehrinde bir dükkanda satardı. Vefatının yaklaştığını anlayınca, oğlu Muhammed Gazali’yi ve diğer oğlu Ahmed’i hayır sahibi ve zamanın salihlerinden bir arkadaşına, bir miktar mal vererek vasiyet etti ve ona dedi ki:
“Ben kendim, âlim bir kimse olamadım. Bu yolla kemale gelemedim. Maksadım, benim kaçırdığım kemal mertebelerinin, bu oğullarımda hasıl olması için yardım etmenizdir. Bıraktığım bütün para ve erzakı, onların tahsiline sarf edersin!”
Arkadaşı vasiyeti aynen yerine getirdi. Babasının bıraktığı para ve mal bitinceye kadar, onların yetişme ve olgunlaşmaları için çalıştı. Sonra onlara; “Babanızın, sizin için bıraktığı parayı tahsil ve terbiyenize harcadım. Ben fakirim param yoktur. Size yardım edemeyeceğim. Sizin için en iyi çareyi, diğer ilim talebeleri gibi medreseye devam etmenizde görüyorum” dedi. Bunun üzerine iki kardeş medreseye gittiler ve yüksek âlimlerden olmak saadetine kavuştular.
Genç yaştayken dönemin Selçuklu veziri olan büyük devlet adamı Nizamülmülk'ün daveti üzerine Bağdat'a gitmiş, Nizamülmülk'ün topladığı ilim meclisindeki alimler onun ilminin derinliğine ve meseleleri izah etmekteki üstün yeteneğine hayran kalmışlardır. Öyle ki, o sıralarda Büyük Selçuklu Devleti'nde ortaya çıkan sapkın akımları savunanların, Allah'ın ona nasip ettiği parlak zekası, yüksek ilmi ve üstün hitabet yeteneği karşısında yapabilecekleri hiçbir şey kalmadığı bilinmektedir.
İMAM-I GAZALİ (R.A) IN VEFATI
İmam-ı Gazali 1111 (h.505) yılının Cemaziyelevvel ayının 14. Pazartesi günü (18/12/1111) büyük kısmını zikir ve tâat ve Kur’an-ı Kerim okumakla geçirdiği gecenin sabah namazı vaktinde abdest tazeleyip namazını kıldı, sonra yanındakilerden kefen istedi. Kefeni öpüp yüzüne sürdü, başına koydu: “Ey benim Rabbim, Mâlikim! Emrin başım gözüm üzere olsun” dedi. Odasına girdi. İçeride, her zamankinden çok kaldı. Dışarı çıkmadı. Bunun üzerine oradakilerden üç kişi içeri girince, İmam-ı Gazali hazretlerinin kefenini giyip, yüzünü kıbleye dönüp, ruhunu teslim ettiğini gördüler. Başı ucunda şu beytler yazılıydı:
Beni ölü gören ve ağlayan dostlarıma,
Şöyle söyle, üzülen o din kardeşlerime:
“Sanmayınız ki, sakın ben ölmüşüm gerçekten,
Vallahi siz de kaçın buna ölüm demekten.”
Ben bir serçeyim ve bu beden benim kafesim.
Ben uçtum o kafesten, rehin kaldı bedenim.
Bana rahmet okuyun, rahmet olunasınız.
Biz gittik. Biliniz ki, sırada siz varsınız.
Son sözüm olsun, “Aleyküm selam” dostlar.
Allah selamet versin, diyecek başka ne var?
İMAM-I GAZALİ (R.A) İLE HZ MUSA(A.S.) YAKINLIĞI
Hz. Musa (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ve O'nun ümmetinin fazilet ve büyüklüğünü, Allah (c.c.) katındaki değerini Levh-i mahfuz'da gördükten sonra şöyle buyurur: "Ya Rabbi! Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti olamadım. Bari ümmetini görenlerden olsaydım" diye arzu ediyor. O sırada İmam-ı Gazali (rh.a)'nin ruhaniyeti oraya geliyor ve Hz. Musa (a.s.) ile görüşüyor. Hz. Musa (a.s.): -Sen kimsin? diye sorunca, îmam-ı Gazali: - Muhammed Oğlu, Muhammed Oğlu, Hamid Oğlu İmam-ı Gazali'yim diye cevap verir. Bu cevap üzerine Hz. Musa (a.s.) -Künyeni neden bu kadar uzun söyledin, yalnızca İmanı-ı Gazali deseydin yetmez miydi? diye sorar. İmam-ı Gazali (rh.a) de cevap olarak -Allah (c.c.) Hazretleri, ile konuşmaya gittigin zaman sana "sag elindeki nedir?" diye sordugunda, sen onu tanitirken "O benim asamdir. Ona dayanirim ve onunla davarlarima yaprak silkerim ve onda benim başka hacetlerim de vardir" diye uzun uzun anlattin, kisaca cevap verseydin yeterli olmaz miydi?" şeklinde sorusuna soruyla cevap verir. Hz. Musa (a.s.) da cevap olarak: -Ben Allah-u Teala (c.c.) ile biraz daha fazla konuşabilmek için uzun uzun açikladim, der. Imam-i Gazali (rh.a) de cevap olarak: -Sen Allah (c.c.)'in büyük peygamberlerindensin. Kelimetullah'sın. Kitab verilenlerdensin. Onun için seninle daha fazla konuşabilme şerefine nail olmak için uzun açıklamada bulundum, der. İşte Hz. Musa (a.s.) ile bu derece yakın olabilen İmam-ı Gazali (Rh.A.) zamanının en büyük alimi idi.
İMAM-I GAZALİ’NİN (R.A) SELÇUKLU SULTANI SENCER’E
NASİHAT İÇİN YAZDIĞI MEKTUP
“Allahü teâlâ İslam beldesinde muvaffak eylesin, nasibdâr kılsın. Ahirette ona, yanında yeryüzü padişahlığının hiç kalacağı mülk-i azim ve ahiret sultanlığı ihsan etsin. Dünya padişahlığı, nihayet bütün dünyaya hakim olmaktan ibarettir. İnsanın ömrü ise, en çok yüz sene kadardır.
Cenab-ı Hakk’ın, ahirette bir insana ihsan edeceği şeylerin yanında, bütün yeryüzü, bir kerpiç gibi kalır. Yeryüzünün bütün beldeleri, vilayetleri, o kerpicin tozu toprağı gibidir. Kerpicin ve tozunun toprağının ne kıymeti olur? Ebedi sultanlık ve saadet yanında, yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki, insan onunla sevinip mağrur olsun? Yükseklikleri ara, Allahü teâlânın vereceği padişahlıktan başkasına aldanma.
Bu ebedi padişahlığa (saadete) kavuşmak, herkes için güç bir şey ise de, senin için kolaydır. Çünkü Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Bir gün adalet ile hükmetmek, altmış senelik ibadetten efdaldir.” Madem ki Allahü teâlâ sana, başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir günde kazanma sebebini ihsan etmiştir, bundan daha iyi fırsat olamaz! Zamanımızda ise iş o hâle gelmiştir ki, değil bir gün, bir saat adaletle iş yapmak, altmış yıl ibadetten efdal olacak dereceye varmıştır.
Dünyanın kıymetsizliği, açık ve ortadadır. Büyükler buyurdular ki: «Dünya kırılan altın bir testi, ahiret de kırılmaz toprak bir testi olsa, akıllı kimse, geçici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır, ebedi olan toprak testiyi alır. Kaldı ki dünya, geçici ve kırılacak toprak bir testi gibidir.» Ahiret ise hiç kırılmayan ebediyyen bâki kalacak olan altın testi gibidir. Öyleyse, buna rağmen dünyaya sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misali iyi düşününüz ve daima göz önünde tutunuz...”
DEĞERLİ ÜLKÜDAŞLARIM İMAM-I GAZALİ’NİN (R.A.) BU NASİHATI BİZE ÖDEV OLSUN İNŞALLAH, İSLAM IN SANCAKTARLIĞINI YAPMIŞ VEDE TARİHE HÜKMETMİŞ ASİL TÜRK MİLLETİNİN BİRER FERDİ OLARAK ÜLKÜCÜNÜN ÜLKÜCÜYE KÜSME LÜKSÜ OLAMAZ! ÜLKÜCÜNÜN MAKAMDA MEVKİDE GÖZÜ OLMAZ! HERŞEY CENAB-I ALLAH’IN RIZASI İÇİNDİR.
Selam-Saygı-Dua ile Allah’ a Emanet olunuz
Ahmet ATALAY
AHDE VEFA İMANDANDIR! MEKANIN CENNET OLSUN METİN REİS
Ülkü Ocakları, geçmişten günümüze Milli Tarih Şuuru ile şuurlanmış ve İslam ahlakı ile ahlaklanmış karakteri düzgün bir nesil yetiştirmeyi kendine görev edinmiş Ahmet Yesevi Ocak geleneğini günümüze taşıyan kültür ve eğitim yuvasıdır. Ülkücüler; Türk Milletini içeride ve dışarıda bulunun vatan, millet ve bayrak düşmanlarından korumak için, Türk Kültürünü yaşatmak için ve Türk Milletini dünya milletleri arasında layık olduğu yere taşımak için makam, mevkii, para pul gözetmeden mücadele etmektedirler. Kuruluş amacı böylesine büyük olan Ülkü Ocaklarından karakteri düzgün insanlar yetişmiştir ve yetişmeye de devam etmektedir. Ülkücü hareket içerisinde yetişmiş, bir çok ülkücünün yetişmesinde emeği geçmiş, ülkü devi, örnek insan, ocak açmaya otobüsle gidecek kadar mütevazi bir REİS, Ali Metin TOKDEMİR’i bu gün ebedi aleme göçünün 12. yılında Reisimizi saygı, sevgi ve rahmetle ve inşallah ebedi alemde buluşmak dileğiyle anıyoruz. Ali Metin TOKDEMİR Reis’i tanımak, sohbetini dinlemek bu dünyada bana nasip olmadı. O büyük Ülkü Devini ancak onu tanıyan arkadaşlarının yazılarından tanımak fırsatını yakaladım. Buna da Şükür… Ali Metin TOKDEMİR hayatı: 1959 Gümüşhane Kelkit doğumlu olan Ali Metin Tokdemir ilk ve orta öğrenimini Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde tamamladı. Yüksek tahsilini Eskişehir İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nde bitiren Tokdemir bu tarihlerden itibaren sırasıyla Ülkü Ocakları, Ülkücü Gençlik Derneği ve Ülkü Yolu Dernekleri’nde yöneticilik yaptı. 1980 sonrası ise Eskişehir Ülkü Ocakları Başkanlığı ve Ülkü Ocakları Genel Başkan yardımcılığı daha sonra ise Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu. Bu arada çeşitli gazete ve dergilerde köşe yazarlığı, yazı işleri müdürlüğü ve genel yayın yönetmenliği görevlerini başarı ile ifa etti. 1995 yılında Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevini yürütürken, M.H.P.’den milletvekili adayı oldu. Ali Metin Tokdemir, adaylığının kesinleşmesinden birkaç gün sonra Ankara’daki Gümüşhaneliler Derneği’nin düzenlemiş olduğu toplantıya katılmak için Gümüşhane’den Trabzon’a hareket etti. Trabzon Havaalanı’ndan bineceği uçakla Ankara’ya varacaktı. Ancak Maçka ilçesine bağlı Başarköy yakınlarında geçirdiği elim bir trafik kazası sonucu yaralı olarak Trabzon Numune Hastanesi’ne kaldırıldı. Oradan Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi’ne sevk edilen Tokdemir, bütün gayretlere karşın kurtarılamayarak, 8 aralık 1995 Cuma günü saat 15.15 sularında Hakk’ın rahmetine kavuştu. “Ahde Vefasızlık, İmansızlıktır” sözünü Ülkümüze işleyen, örnek kişiliği ve sarsılmaz imanı ile Ülkü Ocakları liderlerinden, Ülkü Ocaklıların “reis”lerinden, Türk milletinin ulvi davasının neferlerinden Ali Metin TOKDEMİR başkanı, hakkın rahmetine kavuşmasının 12. yıldönümünde saygıyla, sevgiyle, rahmetle anıyoruz…
Ahmet Atalay